Ping Pong The Animation isimli, liselerde ping pong turnuvalarını konu alan bir animenin, ana fikri üzerinde böylesine derin bir özen göstermesini çok seviyorum. Karakterlerini tutuş şekillerine ve tarzlarına, hatta kullandıkları raket lastiklerine kadar tanıtıyor. Makoto Tsukimoto: Sağ el klasik tutuş (el sıkışır gibi), içte normal dışta uzun tırtıklar, saldırgan kesme stili. Kong Wenge: Sağ el Çinli “penhold” (kalem tutar gibi, uzak doğuda sık görülür) tutuşu, her iki tarafta da tırtılı yüzey, counter driver (kontra hamle üzerine kurulu oyun stili).

Girdiğim ilk dövüş oyunu turnuvasının hemen dışında –Rising Thunder için küçük bir tanıtım turnuvası- , oyuncuların sticker’larla kaplı dövüş çubukları hakkında düşündükleri anime açılış ekranını hayal ediyorum. HORI Real Arcade Pro VX, sol serçe ve yüzük parmağı joystick tutuşu, varsayılan Chel, Kinetic Advance. Benimki acemi olduğumu anında belli ederdi: Cherry MX Reds, özel ayarlı klavye dizilimi, varsayılan Vlad, Kinetic Advance.

Benim klavyem tüm bu dövüş çubuklarının arasında çok aptalca duruyor. İsmimi oraya yazdırdığıma pişman olmaya başlıyorum. Ama ancak bir klavye ile rahat edebiliyorum ve kendime Rising Thunder’ın yaratıcılarından biri olan Seth Killian‘ın da bir klavye ile oynadığını hatırlatıyorum. Oyuna başladığımdan beri onun tavsiyelerini dinliyordum. Eğer bu bir anime olsaydı, Killian muhtemelen alışılmadık türden, sürekli yolun sonundaki eski ve otoriteye bağlı dojo ile rekabet halinde olan bir dojo işleten eski bir profesyonel olurdu.

Oyuncular, maçlara başlamadan önce hazırlık yapıyor.

Ben turnuva için hazırlanan ekipmanlardan birinde pratik yaparken o bana bir öneri daha veriyor, ama bu sadece sinirlerimin biraz daha gerilmesi demek. Ben Vlad’ın super’e giderken Clobbering Rush hareketini yarıda kesebileceğini bile bilmiyordum ve bu yeni bilgi mevzuyu kapatıyor: Kaybedeceğim. Bunu önceden de biliyordum, ama şimdi “gerçekten” biliyorum.

Turnuva başlamadan evvel, dönüp arkama bakınca Killian’ın Folsom Street Foundry’de turnuva alanının arkasına giren bir köpeğin peşinden gittiğini gördüm. Yani artık bunun kesinlikle bir anime olduğunu da biliyorum.

Vlad Zorlu Bir Karakter

Bu bir çift elemeli turnuva -sıradan, giriş ücreti yok- ve ilk maçım canlı yayınlanacak. Bu hiç de iyi gelmiyor bana. Arkasında bir arkadaşı oturan rakibime “Merak etme, kaybedeceğim” diyorum cesaretlendirmek için.

Ardından böyle düşündüğüm için de pişman oluyorum. Çocukken yaptığım tüm sporlar ve tüm motivasyon konuşmaları aklıma geliyor. Kendine inan. Şaşırıyorum, kaybetmeyi beklerken bile kazanmak istiyorum. Terliyorum ve göğsümde adeta bir yumru var. Biraz fesatlık hissediyorum ama garip şekilde bu hoşuma gidiyor. “Gerginim” diyor Ping Pong’daki Wenge. “Aslında fena bir his de sayılmaz.”

Sadece bir round kazanarak ağır bir yenilgi aldım.

Rakibimle el sıkıştık ve duyarlı, yüz yüze bakamayan insanların arasında bir tarafın diğerini biraz utandırdığında yaşadığı o diyaloğu yaşadık. “Vlad zorlu bir karakter”, “Meta hiç değişti mi ki? Son yama notlarına bakmadım”, “Aynen ya ben de iki haftadır oynamadım ama iyisin gerçekten, ben de Edge’e karşı baya kötüyüm.”

Aslında “Beni yendin, daha iyisin, tebrikler!” demeliydim, veya başımı bir anime monoloğundaki gibi önüme eğip “Gücü… Hızı… Bu nasıl mümkün olabilir?” diye düşünmeliydim kendi kendime.

İkinci maçımı da çabucak kaybedip ilk rakibimin mücadelesini izlemeye döndüm, sessizce ona destek oluyordum. Hayli ilerledi ama sonunda o da kaybetti. Burada gerçekten dehşet oyuncular vardı: Ryan “Filipino Champ” Ramirez turnuvayı kazandı, o dünyadaki en iyi dövüş oyuncularından biriydi. Turnuva duyurulduğunda “Ödeme için teşekkürler.” diye bir tweet atmıştı, onu bu tweetin arkasından kötü bir gülüş ve şimşekler eşliğinde hayal ettim.

Ryan Ramirez’i Rising Thunder’da yenmeyi istediğim kadar hiç kimseyi bir video oyununda yenmeyi istememiştim. Dostane bir şekilde tabi.

Çocukken yaptığım son futbol maçından beri gerçek rekabetten kaçındım. Tüm yetişkinlik hayatım boyunca hiçbir şeyde ciddi anlamda rekabet ettiğimi sanmıyorum – Sadece işi iyi yapmaya çalışıyorum ve kaybettiğimde de omuz silkiyorum, çünkü bu sadece “eğlencelikti” ve “ciddiye almıyordum“.

dijital sporlar - warcraft tournament

Bu düşünceyi kovun ve yapabiliyorsanız bir turnuvada oynayın, ister çevrimiçi ister birebir olsun hangi oyun olduğu fark etmez. Bir oyun oynarken aldığım en büyük keyif bu idi. Herkes arkadaş canlısıydı ve bazı teknik bilgiler edindim. Kendi dili, anime açılış ekranları, dahili monologları, üstatları ve kahramanları olan bir kulübe ait oldum. İnsanların oyunumu kötü olsa da izleyip samimi şekilde değerlendirmelerini ve aynısını kendi oyunları için de yapmalarını çok sevdim. Bu sıradan bir rekabetti ama herkes oyunu ciddiye alıyordu çünkü bunu ciddiye almak “eğlenceliydi”.

Ping Pong’un koçu Koizumi, “bu kazanıp kazanmadığını umursamadan sağda solda sürten insanlar için bir spor değil” diyor. Belki ben hala biraz sürtüyorumdur – şampiyonu muhtemelen hiçbir zaman yenemeyeceğimin de farkındayım – ama en azından kazanmaya oynarsam ve kaybedersem bir şey yapmış olacağım. Yavan çabalarım bu sefer rekabetçi ruhumu uyandırmaya yetmişti. Pratik yapmak ve tekrar o tatlı heyecanı kovalamak istiyorum. Gerçi herhangi birini yeneceksem dünyanın antrenmanına ihtiyacım olacağı da kesin.

Kaynak: http://www.pcgamer.com/why-you-should-compete-in-a-tournament/